Antalya’da Alışveriş ve Nostalji

Antalya’nın en eski 1992 yılını yaşamış bir kızcağız olarak ne kadar nostalji yapabilirim henüz emin değilim. Yazının başlığıyla içeriği sizi yeterince mutlu etmezse, naçizane isteğim, siz de anılarınızı ekleseniz, ne güzel olur.

Hatırladıklarımı şu an kelime kelime anlatma telaşım biraz da yaş alma sebebimden. Siyah beyaz, 65-70 sene önceki Antalya fotoğraflarına zaman zaman baktığımda, kendimi bir toz zerresi kadar görünmez ve dert bildiklerimin nasıl da önemsiz olduğunu hissediyorum. Ben doğmadan yıllar önce kimler yaşamış, sevdalanmış, sevmiş, mutlu olmuş, gözyaşı dökmüş, büyümüş, belki başka şehir bile görmeden, denize, güneşe doymuş, göçmüş gitmiş. Şimdi saniyede ne fotoğraflar çekiyoruz, kıymeti birbirinden anlık, beğen beğenebildiğin kadar!

Bugün annemle alışveriş için dışarı çıktığımızda eski günleri bu nedenle andım. AVM ler yoktu, okul formaları için Balıkçıoğlu mağazasına giderdik. Tunaboylu diye bir mağaza vardı, o caddede birkaç butik ve Selekler Çarşısı’nın giriş katında Tiffany mağazası en sevdiğimdi. Ama annemin bana üniversite yıllarım için kışlık ve baharlık özel terziye diktirdiği pantolonlarımı da çok seviyordum. Marka ya da model çok önemli değildi, kullanışlı olması yeterdi. Sıcak tutsun, kırışmasın.

Peki ya şimdi, bu rengarenk vitrinler benim başımı ağrıtıyor. Annem seviyor gerçi, bugün “Mağazaları fazla süslememişler.” dedi. Benim için ise, mağazalar çok kalabalık olmasın, çalışanlar güler yüzlü, eli yüzü temiz olsun yeter. Kampanyalar, indirimler, kış modası derken giyim kuşamla bitmiyor eskiye özlemim, marketler de yoruyor gözlerimi.

Bir de çok çabuk her şeye kanan, en kolay müşteriyim. Ne yeni çıkarsa ilk ben alırım, hatta az önce bir cips markasının yeni lezzetini bulma yarışmasına katıldım. Ne kadar sevmesem de tam aranan çılgın müşteri profiliyim, kasa etrafındaki indirimli ürünleri öyle orada boynu bükük asla bırakamam. 

Oysa hatırlıyorum, babam süt ürünlerini hep eski evimize yakın Torun Gıda’dan alırdı. Algida yerine Zamora’yı tercih ederdik. Fastfood yerine ille de dışarıda yiyeceksek, Dönerciler Çarşısı’na giderdik. Hediyelik bir şeyler alacaksak, Kaleiçi’ni gezerdik, akşam çay içip maile sohbet etmek için Karaoğlan Parkı’nın çay bahçelerinde çekirdek çitlerdik.

Neyse ki semt pazarlarımız, taptaze sebze, meyvelerle hala yaşıyor. Dediğim gibi çok eski değilim Antalya’da ve 2000 ile 2010 arası İstanbul’da geçti. 10 sene sonra Işıklar’daki gelinlik mağazalarını görünce çok üzülmüştüm. Hala başımı kaldırıp baktığımda, İstanbul Fatih’te Ülkü Pasajı’nda geziyormuşum gibi hissederim. Görüntü kirliliği gün geçtikçe artıyor bu güzel şehrimde, yazık palmiyelerin, turunç ağaçlarının asaletine yakışmıyor.

Antalya 2000 açılmadan önce Üniversite Kitabevi vardı, kitaplarımızı, defter, kalemlerimizi oradan alırdık. Sonra Antalya 2000 içine bir kırtasiye açılmıştı, ismini unuttum ama çok havalı kalemler vardı hatırlıyorum. Az ve öz alırdık. Tüketim çağının hem en hoşnutsuz hem de en kolay alıcı profili olarak kendimi geçmişe şikayet ediyorum müsaadenizle.

Ölümsüzmüşüz de, aç, açıkta kalmışız sanki, aldıkça alıyoruz. Bir nefeslik durup düşünelim, yılbaşıymış, doğum günüymüş, sevgililer günüymüş, bitmez! Sevdiklerimizi gülümsetmek için hediyelerle bahanelere değil gerçek sebeplere ihtiyacımız var; var olmaları gibi. Ayağınızın yorganınıza sıcacık değdiği mutlu yeni yıllar dileğiyle…

Arzu Taşkın

arzutaskin.blogspot.com

6 Yorum

Emre Oğuz Baycın için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir