Antalya’da bir Ankaralı…

Nilüfer Gülerman’ın kaleminden…

Hikâyemiz Ankara’da, tahminen 1071’de Malazgirt ile başlar. Ankaralıyım dediysem öyle kıyısından köşesinden değil, Ankara Kalesi’nin göbeğinden, Ankaralı Asabacılar’ın torunuyum ben. Ailem, dostlarım, hayatım Ankara’dır. Ankara’yı Ankaralı olmayanlar hiç sevmez, Ankaralı olanlar da kopamaz. Öyle bir tutkudur Ankara.

Ankara’dan başka bir yerde hiç yaşamamış bir insan olarak Antalya’ya taşınmak bazen zorlu, bazen de cennette miyim dedirtecek kadar keyifli oldu. 2006 ilkbaharında evimizi taşıyıp, yaz başında da tamamen Antalyalı olmuştuk.

Yaz aylarının başında Antalya’ya taşınmak benim gibi bir deniz ve doğa tutkunu için ödül gibiydi. Her sabah, yıllarca sadece 15 gün tatil yapabilmek ve denize girebilmek için koşa koşa geldiğimiz şehirde deniz manzaralı bir evde uyanıyordum. Ne şahane. Sabahları Atatürk Parkı’nın yanından yürüyerek Varyant’tan aşağı iniyor, doya doya yüzüyor, ardından eve gelip mükellef kahvaltımızı yapıyorduk. O dönemde sanırım biraz kansızlık da vardı ki, yaz sıcağı hiç etkilemiyordu bile. Aralarda Çıralı ve Olimpos’a gidiyor, hafta sonlarının keyfini katlayarak artırıyorduk. Cennet olsa olsa bu olabilirdi. Tatil içinde tatil…

Ve bu süreç 15 günde bitmeyecekti. Yuppiii…

Eylül ayında hayatın gerçekleri kendini göstermeye başlamıştı. Ankara’dan sonra bir süre çalışmama kararı almıştım. Yazı yazmaya zaman ayırmak istiyordum. Deniz mevsiminin, tatil rehavetinin zamanla geçip de, herkes okuluna işine gitmeye başlayınca, bende de jeton düşmüştü. Bir gün balkondan yine denizi seyrederken içimden aniden “Ne işim var benim burada yahu! …” diye yükselen sesimi kulaklarım da duymuştu. Ayyy balkondan bağıran bir ‘Ankara delisi’. Buyurun o benim.

Neyse az bir deniz kenarı yürüyüşü ile nasıl cennet gibi bir yerde olduğumu hatırlattım kendime. Ve mis gibi havasıyla yola devam ettim.

Bir akşam dışarıda köfte yemek istedik. Gittik en meşhur köftecisine. Köfte ve piyaz istedim. Aaaa önüme gelen piyazın üstüne tahin dökmüşler. Yahu piyaz tahinli olur mu?

“Bunu ben tahinsiz alabilir miyim?” dediğim anda garson yüzüme tuhaf tuhaf bakmıştı. “Tahinsiz piyaz mı? …”

“Ama ben Ankaralıyım, bizde öyle olur”

“Ya sabır!” dediğini duyar gibiydim…

Neyse kendimce olması gerekene ulaşmanın zevkiyle köfte ve piyazımı yedikten sonra sıra tatlıya geldiğinde, kabak tatlısı isteyince, garson gülmeye başlamıştı.

“Abla yoksa onu damı tahinsiz isteyeceksin?”

Artık buna itiraz etmeden yedim güzelce tahinli kabak tatlısını…

Damak tadı değişiyor tabii her yörede. Zamanla tahinli piyazı da, tahinli kabak tatlısını da, değişik usul yapılan zeytinyağlılarını da severek yer oldum.

Uzun zaman alışverişimi de Ankara’da bildiğim, alışkın olduğum mağazalardan yaptım. Hatta Ankara’dan her dönüşümüzde Polatlı’ya kadar gözlerimden pıtır pıtır yaşlar inerdi.

Ama şimdilerde artık şehirle organik hiçbir bağım kalmamış olsa da, sıcaktan ve nemden nefes alamayacak hale gelsem de Antalya’dan ayrılmayı istemiyorum.

Çünkü Atatürk’ün de söylediği gibi,

“Hiç şüphesiz Antalya dünyanın en güzel şehridir.”

 

 

 

Nilüfer Gülerman (Lotusyoga108) kimdir?

Mekteb-i Mulkiyeyi bitirmek yetmedi,

Kalite, İş güvenliği, Çevre Yönetim Sistemleri kurmak, denetlemek yetmedi,

Müzik ve bale okulu kurmak, işletmek yetmedi,

Yogayı yolum, sevgimi hazinem, evreni güç kaynağım yaptım,

Çocuk Yogası ve Yetişkin Yoga Eğitmeni,

Yolda Öğrenci oldum ve yazdım yazdım yazıyorum….

 

 

Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir