Artık Şehrin Sokaklarında Değil AVM’lerde Yürüyoruz

Murat Menteş Yeni Şafak Gazetesindeki köşesinde  “Ay’da Yürüyemediğimiz İçin mi Yaya Kaldık?” başlıklı yazısında Şehirlerin artık yürünemediğini dile getirmiş.

Gün geçtikçe şehirde yürüme süremiz ve mesafemiz gittikçe kısalıyor. Artık Şehrin sokaklarında değil AVM’lerde yürüyoruz.

Eskiden “Sokak Çocuğu” kavramı vardı. Bugün hiçbir yerde duymuyoruz. Sokak kalmadı ki, sokak çocuğu olsun…

Benzer sıkıntıları yaşayan ya da o yönde gelişen bir Antalya için beğenerek okuduğumuz Murat Menteş’in yazısından paylaşmak istediğimiz başlıklar;

“Entelektüeller yürür.

[ALMAN ATASÖZÜ]

Farzımuhal siz ve ben, ikimiz uzaya gitsek, Ay’da, Mars’ta yürüsek, taş toplasak, geri dönsek; kendi şehrimizde, mahallemizde yürüyemedikten sonra, o taşlar mücevher olsa kime ne faydası var?

Ben şahsen Ay’da turlamak filan istemiyorum.

Evvela, Türkiye’de yürümek isterim.

Şehirlerimizde yürünemiyor.

Diyelim, İstanbul’da Taksim Meydanı’ndan Firuzağa’ya ineceksiniz.

250 metrelik yol.

Zahmet çekersiniz. Kaldırım dar. Eğri. Biçimsiz.

Üsküdar’dan Kadıköy’e, Mecidiyeköy’den Okmeydanı’na gidemezsiniz.

Otomobil çarpar veya egzoz dumanından zehirlenirsiniz.

***

İnsanın en basit, en doğal eylemi olan yürümeye yer bulamıyoruz.

Yürüyüşümüze değer katacak, bize tarihten, mimari estetikten sinyaller gönderecek binalardan da mahrumuz.

GÖKDELEN GÖLGESİNDEKİ GULYABANİLER

Çocuklarımız koşamıyor.

Okul bahçelerinde dönüp duruyorlar.

Evlatlarımız evden çıkamıyor, dışarıda oynayarak sosyalleşemiyor.

Zannediyoruz ki, artık devir değişti, otomobiller çoğaldı, boş arsalar doldu da ondan.

Mesele o değil.

Şehirlerimiz plansız.

Avrupa’daki uçsuz bucaksız parklarda çocuklar, gençler, yetişkinler, yaşlılar herkes koşuyor.

Geniş kaldırımlarda bebek arabaları, yayalar; yaz, kış ferah dolaşıyor.

***

Bizde yalın haliyle insana saygı gösterilmiyor.

Otomobilin, cipin, betonun kölesi, oyuncağı durumundayız.

Evlatlarımıza yaptığımız kötülüğün farkında bile değiliz.

Daracık geçitlerle, kaldırımlarda, göstermelik meydanlarda, küçücük parklarda, kibir abidesi gökdelenlerin zifiri gölgelerinde solgun ve sinirli mahluklara dönüştük.

Dünyayı birbirimize dar ettik.

Şu güzelim ülkeyi evlatlarımıza dar ettik.

UZAY YOLCULUĞU VS. AKRABA ZİYARETİ

Evlerimiz, sığınaktan farksız.

Her gün, nükleer saldırıdan kaçar gibi, evlerimize kaçıyoruz.

Çünkü bir tek kendi dairemiz bize göre döşenmiş, bize ait.

Şehirlerimiz bütün olarak ‘yuva’ niteliği taşımıyor. İnsanı fiilen dışlıyor.

Sokak, cadde, semt… bize ait değil.

Ve mimari bütünlük olmaksızın, millî bütünlüğü sözle, siyasetle sağlayabileceğimizi sanıyoruz.

Yanılıyoruz.

***

Batılıların bizden ileride olmasının temel nedeni, kelimenin gerçek anlamıyla yürümeyi, koşmayı sürdürmeleridir.

Kaldırımları geniş.

Parkları devasa.

Meydanları büyük.

Avrupalılar uzaya uydu göndermekten ziyade, kendi şehirlerini hareket edilebilir kıldıkları için güçlüler.

ŞİŞMANLATAN ŞEHİRLER

Kimse yürüyemeyince dostluk, akrabalık bağları gevşiyor.

Obezite yayılıyor.

Şehirlerimizi bize, kendimizi şehre ait hissetmemiz imkansızlaşıyor.

Ülkemize, milletimize duyduğumuz saygı erozyona uğruyor.

Psikolojik sorunlar; anksiyete, depresyon, agresyon, paranoya… ayyuka çıkıyor.

Bir insanın, dandik bir araba kadar değeri olmadığını ima eden bir kent nizamı, süreğen bir hakaret etkisi uyandırıyor.”

1 Yorum

Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir