Bu Şehrin Aşk Hikâyesi

Sitemizde ilk imza gününün haberini yapmıştık.  Heyecanlı ve kitabını geleceğe taşımak için yerinde duramayan bir yazarla tanıştık. Adı Tansu Duran. Onu belki ikinci kitabı Antalya’nın Çocukları’ndan biliyorsunuz. Belki de ismini ilk defa duydunuz ama inanın onun ismini Antalya’da gün gelecek herkes duyacak. O şehrinin aşk hikâyesini yazmış bir gönül adamı.

F: Kimdir Tansu Duran? Öncelikle sizi tanımakla başlayalım.

T: Kırk yıllık Antalyalıyım. Bu yıl her yerde böyle kendimi kolayca tanımlayabileceğim. Asıl mesleğim Bilişim uzmanlığı. Bir otelin Bilgi Teknolojileri Müdürlüğünü yapıyorum. İlk kitabım Güneşin Vedası’yla edebiyat dünyasına merhaba dedim. İlk baskısı hızla tükenmesine rağmen güzelim romanım büyük bir fedakârlık ederek sahneyi kardeşine verdi. Ve altı ay sonra doğan Antalya’nın Çocuklarının yazarı oldum. Tanay’ın da babasıyım. Ama kitaptaki baba ben değilim.

F: Ah o Tanay yok mu! Çetesiyle birlikte bizi Antalya’da öyle güzel dolaştırdı ki. Hızımızı alamadık şehir dışına bile çıktık. Sizin Tanay böyle mi?

T: Kitaptaki Tanay sadece oğlumun ismini verdiği bir karakter. Benim oğlum bu kitabı yazarken dört yaşındaydı. On yaşındaki bir çocuk hayatımda olmamasına rağmen böyle üç tanesini birden yazdım. İçime sinen bir kurguda çok güzel yer aldılar. İlk okuyan ebeveynlerin tepkisinden başarılı karakterler olduğunu anladım. Çünkü böyle çocukları olsun konusunda çok farklı düşünceler var. Siz ister miydiniz Tanay, Selman ve Emre’yi.

F: Sanırım sadece Emre’yi isterdim. İçlerinde en uslusu o.

T: Uslu demeyelim. Us biliyorsunuz akıl demek. Akıllı demek iyi bir şey ama sen uslu değilsin demek hoş değil. Haylaz desek sevinirim.

F: Halk arasında aslında o kadar yerleşik ki bu kelime tam anlamında kullanamıyoruz.

T: Aynen kitabın içinde de bir kelime ile ilgili Tanay’ın isyanı var. Şimdi bu kelimeyi verip esprisini kaçırmayalım. Emre’yi istediniz. Tanay ile Selman niye istenmedi?

F:  Sanırım böyle çocukları kontrol edemeyiz. Baksanıza annesi yeri geldi çocukları nerede buldu? Bana fazla gelir.

T: Bunda haklısınız. Ama bu çocuklar kafalarına koyduklarını yapıyorlar. Herkese ve her şeye rağmen.  Aslında böyle çocukları hayal ediyoruz ama gerçekte de öyle olsun istemiyoruz. Nasıl bir çelişki?

F: Bu konuyu tartışmaya zaten kitap da açıyorsunuz ama konuyu değiştirip bu kitabın öyküsünü dinleyebilir miyiz?

T: Cennet gibi bir şehirde yaşıyoruz. Yetmişli yılların ortasında ilk adımları atılmış turizm seksenli yıllarda o zamanki tabirle patladı. Turizm patlamasında sektör zamana bağlı olarak gelişti. Bizim şehir ekonomimiz de dönüşüm geçirdi. Bütün bunları yaparken en önemli şeyi unuttuk. Tanıtımı. Bakın kırk yaşındayım ve on bir yaşındayken bakkala çırak olmam gerekirken Side’de bir otelde çalışmaya başlayan biriyle konuşuyorsunuz. Yirmi dokuz yıldır neredeyse içindeyim bu sektörün. Buna rağmen turizmci olarak bile saymam kendimi ama iyi kötü biliyorum. Acentaların hazırladığı kataloglardan ya da bir turist bin turist getirir felsefesinden öteye gidilemedi. Hala bilinen bir tanıtım filmimiz bile yok. Devletimizin hazırlattıkları hariç. Daha ne yapılmalıydı sorusuna gelmeliyiz. Çok şey. Ama kültürel alanda çok şey yapmalıydık. Futbolla ve tarihine sahip çıkışıyla en büyük rakibimiz olan İspanya’da bile Oscar alan bir film çekilirken Antalya’da ulusal film çekilmiyor. Çekilenler de otelde, havuzda. Bunun yanı sıra sportif alanda da yokuz. Futbol bir şehri ve ülkeyi gündemde tutabilecek en iyi alan. Var mıyız? Bir kere Avrupa kupasına gidebilmiş bir Antalyaspor var. Bizi hatırlatan bir şarkı biliyor musunuz? Antalya’yı anlatan kaç şarkı aklınıza geliyor? Kaç tane sembolleşmiş heykelimiz var. Roma’nın ve Floransa’nın bizden ne farkı var? Tabi ki kültürel eserleri. Paris denince ilk akla ne geliyor? İkinci ve üçüncü de deniz, kum, güneş gelmiyor. Yani Paris’te geçen filmleri, kitapların başlıklarını alt alta yazsak bir kitap yazarız yeniden.

Gelelim en can alıcı konuya. Antalya’yı anlatan kitap var mı? Araştırma-inceleme-derleme olarak var. Ama bunu ne yazık ki okuyan yok. En popüler okuma roman günümüzde. Bunu araştırdım. Anıya bile razıyken roman olarak bir taneye bile rastlayamamak ne kötü. Yüz yirmi dokuz yıl beklenmiş. Artık bunu kendi sorumluluğum kabul ettim ve yazmaya başladım. Sonunda bitirdim. Asıl öykü bundan sonra başladı.

F: Basım sürecinde mi?

T: Kesinlikle evet. İsminden dolayı kitabı basmak istemeyen onlarca yayınevi sayabilirim. İstanbul için Antalya taşra. Neden bir şehre ait kitabı basıp da kendimizi kısıtlayalım diye düşündüler. Bende de bunun baskı masrafını çıkaracak kaynak yok. Dilenci gibi de olmak istemediğimden birkaç kişiye kaynak aradığımı söyledim ama sonuç çıkmadı. Kitap tam on sekiz ay basım için bekledi. Okumak artık demode herhalde, kitap dediklerinde “Çok güzel” ama destek deyince “Bakalım inşallah” diye kibarca reddetmeler. İyi de oldu belki, mücadele etmeyi öğrendim. Sonunda başardım ama bunu da çok rahat elde etmedim. Hala mücadele veriyorum. İnanın kitabın herkese ulaşma hedefine ulaşayım yanımda olanlarla, olmayanları anlatacağım bir kitap yazabilirim.

F: Kitap çıktı sonuçta ve okuduk. Bu şehrin ilk romanı bizi o çocukların büyük dünyalarına götürdü. Onların bu şehre olan aşkını okuduk. Bu kitapta her şey vardı. Peki şimdi bu iş bitti diyebilir misiniz?

T: Aksine yeni başladık. Bu kitap ilk imza gününde okuyucularıyla buluştu. Antalyaspor Derneğinin kongresinde üyelere dağıtıldı. Bu konuda yardımlarından dolayı Sayın Nafiz Tanır’a çok teşekkür ederim. Kitaba ilk destek veren o oldu. İlk defa bir futbol kulübünün ürünlerinin satıldığı mağazalarda şehrin kitabı satılıyor. Biraz da kulübümüze destek olmak için sadece orada olmak istedik. Ama okura ulaşmamız yeterli değil. Çünkü neredeyse hiç reklamla buradayız. Şimdi sıra bu kitabı tanıtmaya geldi. Bunun için de herkesten destek bekliyorum. Özellikle reklam panolarına sahip ya da kiralayan belediyelerin, kurumların, kuruluşların destek vermesi lazım. Bu kitabın bu şehirde ve her ilçesinde bilinmesi demek bu kitabın çıkacağı ulusal ve uluslararası yolda başarılı olması demektir. Bu kitap yirmi dilde, elli ülkede yayınlanmadan bu iş bitti diyemem. Belki bir kitap bu kadar büyük yolda yazarının büyük hayal kurmasını saçma bulanlar olabilir. Ama bunun olduğunda başarıyı kutlayanların kazancını düşünemiyorum bile. Bu kitabın yazarı benim ama sahibi Antalya halkıdır. Benim de yapabileceklerim sınırlı, bu hayal beni aşıyor ama Antalya halkı bu kitaba sahip çıktığında bırakın Dünyayı koca evrene bile ulaşırız. İnanın sizi motive etmek için söylemiyorum kendi gücümüzü hissettiğim için söylüyorum. Bu iş tüm Dünya okurların elinde olduğunda bitecek.

F: Kitapla ilgili aklıma takılan bir şey var. Bu çocuklara ne oldu? Sonu nasıl bitti?

T: Sonunu söylememem. Okura bırakıyorum. Ama Antalya bu kitabı sahiplenirse güzel bir son onları bekliyor. Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur diye bir atasözü var umarım açıklayıcı olmuştur.

F: Kitaba şehrin yöneticilerinden, kurumlarından, kuruluşlarından ilgi nasıl?

T: Doğruyu söylemek gerekirse seçilmiş yöneticilerimiz nezaket gösterip teşekkür ettiler. Kitapları bizzat elden kendim ulaştırdım. Yoğunluklarından dolayı okuyamadıklarını düşünüyorum. Yoksa bir kez daha ararlardı beni. Bu sefer ne yapabiliriz konusunda. Onlara öyle ihtiyacım var ki bunu saklayamam. Ama ilgi ve alaka dilencisi de olmam. Dilenmediğim için bu kitap zaten çok geç çıktı. Yine de dilenmem. Bu sefer geç kalınır bazı şeylere, şimdiki gibi enerjim ve moralim kalmaz. Ben sadece yazarım. Bu kitap ise Dünyaya açılan kapı. Bugün siz okuduğunuz için anladınız. Herkesin anlaması için çaba gösteriyorum. Yani bir kitap yazmakla bitmiyor iş. Umarım ilerleyen zamanlarda vaktimi ve enerjimi yine bu şehir yapacaklarıma ayırabilirim. Şimdilik kapı kapı gezip kitabı anlatmak ve okumaları için ricalarla geçiyor. Fuarlarda da olmaya çalışıyoruz. Ama reklamsız duyurusuz açıkçası bu kitap hak ettiği değeri bulamaz.

Buradan tüm Antalya dinamiklerine sesleniyorum. Gelin kitabınıza sahip çıkın. Gerekirse yazar olarak ismimi kapaktan silmeye razıyım. Zaten “Dünyanın ilk” çoğul anlatıcıya sahip kitabına sahipsiniz ve hikâyeyi siz anlatıyorsunuz. Bu kitabın Dünya yolculuğuna çıkması için ilk durak sizsiniz. Derneklere, vakıflara adında veya idealinde tanıtım olan, Antalya barındıran herkes kurum ve kuruluş bu kitabı alıp en yukarılara çıkarmalıdır. Okuduğunuzda ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız.

Bugün kitaba Antalyasporlu taraftarlar sahip çıktı. Hala da çıkmaya devam ediyor ama ortak paydası Antalya olan herkesin gurur kaynağı olacak. Bana biraz sabret diyorlar ama inanın çok ama çok sabrettim. Artık İngilizceye çevrilip ikinci adımın atılmasını istiyorum.

F: Bu kitabı diğer ülke vatandaşlarının seveceğine inanıyor musunuz?

T: Belki de Antalya’dan fazla sevilecekler. Şimdiden film senaryosu için çalışanlar var. Ama ben bunun için acele etmiyorum. Plajda ülkelerinden getirdikleri kitabı okuyanları görürsem benden mutlusu olmayacak. Hatta şöyle bir düşüncem var. Yurtdışından bu kitabı getiren herkes giderken şehrimizin reçellerinden birini evlerine götürecek. Sadece bununla da kalmayacak. Okuduklarını en iyi anlatan ile yazar adaylarını bulmak için Türkiye çapında düzenlenecek yarışmalarında tatil ya da bilgisayar ödülleri de vermeyi düşünüyorum.

F: Antalya ve Çocuklarının sizdeki önemini ve yerini gördük. Peki bize yazar Tansu Duran’dan biraz bahsedin.

T: Kitabımı anlatmak daha kolay aslında. O yüzden bütün söyleşilerden kendimi anlatmam gerekirken hep kitaplarımı anlattım. Biraz çekiniyorum sanırım. Biliyorsunuz, konuşkan ve girişken biriyim ama kendime gelince konu utanıyorum. Şimdilik kitap olarak iki çocuğa sahibim. Bir tane hazır hikâye kitabım var. Hatta ismini sizinle paylaşayım. “Bunların Hepsi Hikâye”. Kısa hikâyelerimden oluşuyor ve insanı anlatıyor hepsi. Aslında kısa hikâyeleri okumayı daha çok seviyorum. Çok kısa hikâye yazacağımı düşünmezdim ama iki yıl boyunca bir blog sitesine her gün gazete makalesi gibi yazarken aradan bu hikâyeler çıktı. Hatta içlerinden biri ödüllü. Bunu da kitaplaştırdım. Bakalım 2019 yılında çıkarmayı düşünüyorum acelem yok. Bunun dışında bütün bu yazdıklarımdan çok ama çok farklı bir kitap yazıyorum. Bu herkese sürpriz olacak. Sanırım içerik olarak da deprem etkisi yaratabilir. Kitap dışında da evcimen biriyim. Evi ve ailemi seviyorum. Ama hayatımda bir de Antalyaspor gerçeği var. Maç günlerine göre hayatımı düzenliyorum. Futbol değil Antalyaspor benim için tutku. Evde ya da başka bir yerde başka maç izlemem. Çok kitap okurum. Her boşluğumu değerlendiririm onunla. Herkesin de cep telefonu ve televizyon bağımlılığından okuma bağımlığına transfer olacağı günü hayal ediyorum. Okumak ilahi bir eylemdir.

F: Sanırım söyleşinin sonuna geldik. Eklemek istediğiniz son bir şey var mı?

T: Size bu imkânı verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Bu şehrin kurulduğu günden bugüne kadar yaşayan tüm Antalya’nın çocuklarına teşekkür ediyorum. Konyaaltı kitap fuarında görüşmek dileğiyle.

F: Biz de size çok teşekkür ederiz. Emeğinize sağlık. Antalya’nın Çocukları sayenizde ölümsüzleşiyor. Sonraki projelerinizde görüşmek dileğiyle.

Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir