Çocuklar Sebze Meyvenin Markette Yetiştiğini Sanıyor!

Slow Food Antalya Lideri Ezgi Dursun, gelecek nesillerin sağlıklı meyve sebzeye ulaşmaları konusunda ebeveynlere büyük görevler düştüğünü belirterek şu çarpıcı örneği verdi; “Anne – babalar o kadar çok marketten alışveriş yapıyor ki, hayatında hiç semt pazarı görmeyen çocuklar, sebze meyvenin markette yetiştiğini sanıyor. Acı ama gerçek; günümüzde meyve sebzenin markette yetiştiğini sanan çocuklar var.”

Slow Food Antalya Lideri Ezgi Dursun, Granat Cafe’deki söyleşide fullantalya.com takipçileriyle bir araya geldi.

Fullantalya’nın Think Talk buluşmasına konuk olan Ezgi Dursun “Slow Food, Yerellik ve Gıda Farkındalığı” başlıklı etkinlikte, Antalya’nın yerel tatları, bölgeye has ürünler ve sağlıklı beslenme konusunda görüşlerini açıkladı.

Köy Enstitülü bir büyükbaba, tarım ve bahçecilikle ilgilenen bir babaanne / dedenin torunu olarak çocukluğunun tarlalarda, bahçelerde geçtiğini anlatan Ezgi Dursun, “Çocukken çok farkında değildim bunların ne kadar önemli ve değerli şeyler olduğunun. Ne zamanki büyüdüm, gıda seçimlerini sorgulamaya başladım o zaman ne kadar hazin bir durumda olduğumuzu fark ettim ve bir adım atmam gerektiğini düşünerek, bir avuç güzel insan ile beraber 2014 yılında Slow Food Antalya’yı kurduk” dedi.

İtalya’da fast food a tepki olarak ortaya çıktı

Slow Food’un bu yıl kuruluşunun 30, yılının kutlandığını belirten Ezgi Dursun şu bilgileri paylaştı;

“Slow Food yok olmaya yüz tutmuş ürünlerin ortaya çıkmasını, küçük üreticiyi kalkındırmayı, halkı gıda seçimleri konusunda bilinçlendirmeyi amaçlayan, toplum destekli gönüllü etkinlikler yapıyor. Bu sene kuruluşunun 30’uncu senesi. Doğduğu yer İtalya ve şu şekilde ortaya çıkıyor; Bu hikayeyi anlatmayı çok seviyorum. 1986 yılında, dünyanın heryerine yayılmış dev bir fast food zinciri, Roma’daki ilk şubesini açmak istediğinde bu girişim İtalyanlar tarafından büyük tepkiyle karşılaşıyor. Tam da Roma’da İspanyol Merdivenleri’nin yanında tarihi bir binanın alt katında açmak istiyorlar. Pizza, makarna ve peynirleri ile dünyaya nam salmış İtalyanlar, “Bizim köklü bir yemek kültürümüz var. İtalya’da yemek dendiğinde, kızarmış patatesten, hamburgerden ve vasat soslardan çok daha fazlası var. Bizim fast fooda ihtiyacımız yok.” diyerek tepkilerine ortaya koyuyor ve eylem girişiminde bulunuyorlar. Tepkileri, o dev fast food zinciri şubesinin açılmasına değil ama tarihi binanın duvarına yerleştirilen dev amblemin indirilmesine yetiyor. 1986 yılında fast foodun popülerliğine karşı çıkan bu girişimle beraber Slow Food’un ilk adımları atılmış oluyor ve 1989 yılında ilan edilen manifesto ile beraber artık resmiyet kazanıyor. Fast foodun standartlığına karşı, yerel mutfak kültürünün zenginliğini savunan Slow Food hareketi, o gün bugündür dünyanın dört bir yanında kendi ürünlerini koruyan kollayan, Slow Food tarafından onaylanmış ürünlerin tercih edilmesini sağlayan ve bu anlamda yapılan bir sürü kampanyaya imza atan pek çok Slow Food birliği var. Biz de onlardan bir tanesiyiz.

İyi – Temiz – Adil Gıda

Slow Food’un üç etiği var: İyi – Temiz – Adil Gıda

İyi Gıda: ilaçsız, iyi tarım uygulamaları ile size gerçekten faydalı üretildiğini simgeliyor.

Temiz Gıda: o ürün yetiştirilirken doğaya ve insana zarar vermediği anlamına geliyor

Adil Gıda; çiftçi o ürünü üretirken sömürülmediği ve o ürünün sadece belli bir gelir grubundaki insanlar değil, her gelir grubundaki insanın iyi ve temiz gıdayı hak ettiği anlamına geliyor.

Türkiye’de nasıl başladı?

Türkiye’de İstanbul’da Defne Koryürek, Nedim Atilla, Tangör Tan, Ayfer Yavi gibi isimlerle başlıyor. Sonra Bodrum, Seferihisar, Kars, Foça, Ankara, Şile, Karaburun, İzmir, Halfeti birlikleri hayata geçiyor. En son kurulan Bursa birliği ile Türkiye’de toplam 25 Slow Food birliği bulunmakta. Tüm birlikler ayrı ayrı çok değerli çalışmalara imza atıyorlar. Her sene düzenli olarak kutlanan Toprak Ana Günü dışında, Bodrum’daki Slow Cheese Peynir Festivali, Foça’da ve Şile’de kurulan “Earth Market” üretici pazarları, İstanbul Fikir Sahibi Damaklar’ın lüfer kampanyası, marul festivali, İstanbul Yağmur Böreği Birliği’nin okullara gıda bahçesi kurması gibi daha bir çok başarılı örnek var. Kars’taki birlik Türkiye’nin en ses getiren birliklerinden. Kars lideri İlhan Koçulu, Kars’ta peynirciliği, çiğ süt üretiminde kalite standartlarını çok yükselten bir üretici. Kars’ın Boğatepe Köyü  dünyada tanınan bir gastronomi merkezi haline geldi. Peynir denince ilk akla gelen ülkeler olan Fransa ve İsviçre’den dahi o peynir örneklerini görmek için insanlar gidiyor Boğatepe Köyü’ne. Benim en heyecanlandığım örneklerden birisi Kars’taki birlik.

Manavgat’ın Ekşi Tarhanası Dünyanın İlgisini Çekti

Antalya’da biz neler yaptık? Kurulduğumuz ilk sene Antalya tarhanaları üzerine yoğunlaştık. Yaptığımız araştırmalarda Antalya çevresinde 5 ayrı tarhana çeşidi olduğunu, bunların içeriklerinin en çok bilinen Maraş, Uşak tarhanası gibi çeşitlerden farklılık gösterdiğini öğrendik. Korkuteli, Manavgat, Yelten, Gömbe’de köyleri ziyaret ederek yerinde tarhana hazırlıklarını, Yelten Tarhanası, Gömbe Tarhanası, Koca Trahana, Ekşi Tarhana ve Çerezlik Tarhana’nın yapım aşamalarını kayıt altına aldık. Bu tarhana çeşitlerinin hepsi, çalışmalarımız ile ayrı ayrı “Ark of Taste” yani Nuh’un Ambarı listesine dahil edildi. Antalya tarhanaları belgeseli hazırladık. Elimizde bir tarhana envanteri oldu.

Manavgat’ın Ekşi Tarhanası özellikle dünyanın dikkatini çekti çünkü içinde yoğurt yok, en ufak bir süt ürünü bulunmuyor. Dolayısıyla içeriğinde süt ürünü bulunmayan tek tarhana örneği olarak çok dikkat çekti. Slow Food Antalya olarak Ekşi Tarhanayı ve diğer çeşitlerimizi, İtalya Torino’da 2 yılda bir düzenlenen “Salone del Gusto” dünya buluşmasında dünya ile paylaşıp tanıtma ve anlatma fırsatım oldu.

“Nuh’un Ambarı” kaybolan lezzetleri kayıt altına alıyor

Bir Slow Food projesi olan Ark of Taste ( Nuh’un Ambarı ) listesinde, dünyanın ve Türkiye’nin bir çok yerinden, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan ürünlerin kaydı tutuluyor ve bu liste dünya ile paylaşılıyor. Bu ürünlerin hiçbirini markette bulabilmeniz mümkün değil. Dolayısıyla markette bulamadığınız her ürün yok olmaya yüz tutmuş bir ürün anlamına gelir. Bir yandan da markete girmemeli ki kalitesinden ve doğallığından ödün verilmesin. Bu dengeyi kurabilmek önemli.

Tarhana çalışmasının yanı sıra, okullara giderek, çocuklara eğitimler veriyoruz. 10 Aralık Toprak Ana Günü’nde özel bir okulda etkinlik gerçekleştirdik. Çocukların gözlerini kapattık, önlerine dikenli kabak, çifte kavrulmuş tahin, beş bıyık muşmula, gibi Antalya’da yetişen meyve ve sebzeleri koyduk. Mandalina ve elma koymadık ki hemen bilemesinler. Çocuklar hem ürünleri öğrenmiş oldular, hem de keyifli bir oyun oldu. Öğrenci ve öğretmenler tarafından çok beğenildi. Okullardan davet geldikçe bu etkinlikleri gerçekleştireceğiz.

Meyve sebzenin markette yetiştiğini sanan çocuklar var. Bu kadar bilinçsiz anne babalar gerçekten var maalesef. O kadar çok marketten alışveriş yapıyorlar ki, çocuklar Pazar görmemiş. Sanıyorlar ki sebze meyve marketin arkasında yetişiyor.

Akra Barut’un sponsorluğunda ve Antalya Tanıtım Vakfı’nın desteği ile “Türkiye’de Yerel Gastronomi’ye Yön Verenler” söyleşi serisini gerçekleştirdik. 7 ay sürdü. Her ay bir şef ve bir araştırmacı ile halka açık etkinliklerle Türkiye’nin yerel gastronomideki gidişatını, neler olmalı, neler olmamalı, yanlışları doğruları tartıştık. Hazer Amani, Nedim Atilla, Ayfer Yavi, Didem Şenol, Pelin Dumanlı, Şemsa Denizsel, Defne Koryürek, Tangör Tan gibi değerli şefler ve araştırmacılar bizimle beraber oldu.

Bu söyleşi serisi ile beraber, yerel gastronomi  konusunda yapılan bir etkinlikte ilk defa gastronomi öğrencileriyle beraber çalışılmış oldu. Akdeniz Üniversitesi ve AKEV Üniversitesi Gastronomi Bölümü öğrencileriyle çalıştık. Öğrencilere, Nuh’un Ambarı listesinde bulunan ürünleri sunduk ve buürünlerle yeni reçeteler geliştirmelerini istedik. Hem öğrenciler yeni ürünleri ve potansiyellerini görmüş oldu, hem hayal güçlerini tabağa yansıtma, hem de alanlarında uzman isimler tarafından yemekleri konusunda yorum alabilme ve onlarla tanışma imkanı buldular. Her söyleşiden sonra konuşmacı misafirlerimize gastronomi öğrencilerinin yaptığı yerel ürünlerden oluşan tabaklar sunuldu. Bir başlangıç, bir ana yemek bir tatlı şeklinde menü çıkardılar, çok keyifli oldu.

GastroAntalya’ya katıldık. Slow Food’u ve Antalya olarak neler yaptığımızı anlattık. Bir lezzet rotası çıkardık. Şehir dışından ve yurt dışından gelen şeflere nokta atışı yerlerde tadım yaptırma şansımız oldu. Lokal ve hikayesi olan yiyecekleri, nesilden nesile devam eden yerel işletmeleri anlattık. Misafir şeflerimize semt pazarı gezisi düzenledik ve böylece ülkemizin yöreye özgü farklı meyve-sebzelerini heyecanla keşfettiler.

Gıda seçimlerimiz doğayı etkiliyor

Gıda seçimlerimiz doğayı ve dünyayı etkiliyor. Sunumlarımda bundan bahsediyorum. Şu anki pestisit sorunun, zehirli yiyeceklerin, iklim krizlerinin gıda seçimlerimizle yakından alakası var. Bu bilinci oturtmakla ilgili elimden geldiğince çabalıyorum.

Profesyonel işim değil, mesleğimden arta kalan vaktimi bununla geçiriyorum, çevreme dostlarıma, tıpkı suya atılan taşın etrafında oluşturduğu halka gibi, halka halka anlatarak yaymaya çalışıyorum.

Zehirsiz Sofralar

Ben de patates kızartmasını seviyorum ve yiyorum, hardala ve barbekü sosa banarak. Ama bunu ne kadar sıklıkla yaptığınız önemli. Bütün öğünlerimi bununla geçirmiyorum tabii ki.

“Onu yeme bunu yemeden” ziyade neyi tercih ettiğinin farkında olmak önemli olan. Çocuklara da ne kadar engel olabilirsiniz. Yeme yapma içme vs. nereye kadar yapabilirsiniz. Ama bilinçli anne baba olarak alternatif şeyler olduğunu ona gösterebilirsiniz. İlle de patates yiyecekse kızartmazsınız fırında pişirirsiniz ve çıtır yaparsınız anlamaz bile farkını.

‘Kendine Bostan’ diye bir oluşumla tanıştım. Çocukları olunca gıda derdine düşmüşler. Markette pazarda içimize sinmiyor almak. Kalkan’da 12 dönüm arazi alıyorlar ve zehirsiz tarım yapmaya başlıyorlar. Kötü bitkileri yok edecek böceklerle, kötü böcekleri yok edecek bitkilerle bunları nasıl uygulayacaklarını düzenleyerek doğal bir oluşum başlatıyorlar. Bu mümkün bir şey. Sürekli zirai ilaç kullanma durumu var. Tüm dünyada veto edilmişken, yabancı bir firma Antalya’da arge alanı almış ve şu anda domates ve sebzeler üzerinde araştırma gelişme yapıyor. Bunu duyunca canım sıkıldı. Tüm bunlara rağmen Altan bey, Kalkan’da iyi tarım uygulamalarıyla temiz ürünler yetiştirmeye çalışıyor. Antalya’da yaşayan bizler için bu çok iyi bir alternatif.

Ekmeye biçmeye meraklı, bir şeyler ekmek isteyen ama bir türlü kendi deneme fırsatı olmamış biriyseniz, Altan bey diyor ki; Gelin biz size tarlamızdan bir bölüm verelim, tarlada kendi fidanınızı dikin, biz bakımını yapalım, meyve verince de size gönderelim” Böyle bir yöntem de mümkün. 7/24 kamera sistemi kurmuş, insanların güvenini kazanmak açısından internet sitesinden yayın yapıyor. Tarlanın her yerini görebiliyorsunuz, hiç bir şekilde ilaç kullanılmadığı ve ürünlerinize iyi bakıldığıyla ilgili. Kendine Bostan iyi bir alternatif.

Arkadaşımın çocuğu var ve uzun yıllardır organik tarımyapan bir çiftlikten online alışveriş yapmayı tercih ediyor . Aslında bu normal bir durum değil ama günümüzde iyi gıda için başka şansımız yok, çabalamak zorundayız. Ben iyi gıda için bu kadar çaba sarf etmemeliyim aslında. Yani bu kadar zor olmamalı iyi ve temiz gıdaya ulaşabilmek. Ben semt pazarından bunu güvenle, görerek, tadarak, dokunarak alabilmeliyim. Temiz Hasat Gıda Topluluğu da bunun için çaba sarf ediyor. Kınalı Eller çok aktif. Ebru Baybara Mardin’de güzel işler yapıyor. Buğday Derneği doğal gıdayı teşvik ediyor.

Şubat ayının ortasında niye patlıcan satıyorsunuz?

Hepimiz pazara gidiyoruz. Çok seviyorum pazarı… Sohbet etmek, niye hala poşet veriyorsunuz, bu organik değil ki, niye yazdınız, şubatın ortasında niye patlıcan satıyorsunuz demek ve cevap alamamak zevkli oluyor:)))

Bunlar aslında devlet politikası haline gelmesi gereken, sert maddelerle kötü ve zehirli gıdanın önüne geçilmesi gereken konular. “Biz bir avuç insanız, düzeni değiştirmeye yetemeyiz” diye düşünebilirsiniz ama talep etmek en büyük hakkımız. Artık sayımız artıyor. Vaktinizi ayırıp buraya gelmiş olmanız bile çok değeli. Yapılabilecek çok şey var. Antalya Gıda Topluluğu var, Slow Food var, Buğday Derneği var, Temiz Hasat Kooperatifi var. Buğday Derneği’ne neden Ekolojik Pazar Antalya’da kurulmuyor dediğimde daha önce girişimde bulunduk pazarı kurduk ama maalesef ben köylüden alıyorum o da organik ben nanemi balkonda yetiştiriyorum falan deyip hor görmüşler ve tercih etmemişler ve pahalı da geldiği için çekilmişler Antalya’dan. Üzüldüm. Bizim de amacımız bu bilinci ve neden tercih etmeleri gerektiğini anlatmak.

Antalya’da lokantalarda neden Antalya’nın yöresel yemekleri yok?

Antalya’da sadece 1 lokanta hariç menülerde ‘Cive’ göremiyorum. Dikenli kabak, tirmis, tavşan yüreği zeytini, göleviz, muşmula, söğle peyniri ya da bizim ortaya çıkardığımız her hangi bir tarhana çeşidini kullandıklarını göremiyorum. Oysa örneğin ‘Cive’ simgesel bir Antalya yemeği. Zeytinyağlı ve vegan bir yemek. Dolma içini değerlendirmek için ortaya çıkmış bir yemek. O kadar otel var, işletme var, niye bu girişimlerde bulunulmuyor?

Barut Lara, Tirmis Restoranı açtı. Güzel ve çok değerli bir girişim ama otel dışından misafir almıyor ne yazık ki. İlk defa bir otel yerel bir a la carte restoranı. Örnek olması gereken bir uygulama.

Yerel yönetimlerin biraz bu konulara el atması gerekiyor.

(Katılımcılar) – Antalya Kent Müzesi içinde Kent Mutfağı olması planlanıyordu ama şu anda ne durumda bilinmiyor. Bu fikir bir canlanıyor bir duruyor… Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nin içinde mutfak projesi vardı. Kaleiçi’nde Tanıtım Vakfı’nın bir yeri var Hisar Restoran’ı canlandırmaya çalıştılar o projede olmadı. Niye olamadı bilemiyorum. Şu anda çay bahçesi yazık.

“Ev içi imece” ve “para geçmeyen” köyler

Ev içi imece önemli. Annem yoğurdu yapıyor ben ekmeği. Olabildiğince evde dayanışma içindeyiz. Siz yapamasanız bile arkadaşlarınızla görev bölümü yapabilirsiniz. Ekmeği sen yap, ben yoğurdu yapayım gibi. Bu takas yöntemi aynı zamanda. Bu döngü az para harcamanızı da sağlıyor. Takas yöntemi ile yürüyen bir düzen ile yaşayan köylere dünyadan da bir çok örnek var. Sinek Sekiz yayınevinden çıkan Eko Köyler kitabında bu sistem anlatılıyor. Türkiye’de Bayramiç’te ve Ayşe Sökmen’in yaratıcı olduğu 8100 projesinde bu yöntem uygulanıyor. Para geçmiyor bu köylerde kimin elinde ne varsa birbirine destek oluyor. Örneğin; Bende tavuk ve yumurta var, öbür arkadaş buğday ekmiş,o bana ekmek yapıyor ya da un veriyor, ben ona tavuk ve yumurta veriyorum vs… gibi. Paranın bir zorunluluk olmaktan çıktığı bu takas sisteminde, su ve elektriğimizi de kendimiz üreterek rahat bir yaşam sürdürebilmek mümkün. Bu ve bunun gibi örnekler ve neler yapabileceğinizi öğrenmek için, yine Sinek Sekiz yayınevinden çıkma “ Permakültüre Giris “ kitabına göz atabilirsiniz.

Slow Food’da ne kadar küçük yerlerde yapılıyorsa o kadar ses getiriyor. İstanbul çok büyük, insanlara ulaşmak zor ama  Bodrum, Boğatepe Köyü, Foça, Seferihisar, Şile vs… çok aktif çünkü küçük yerlerde insanlara çok rahat ulaşabiliyorlar.

Bu köylerde de o sana buğday veriyor, sen ona yumurta veriyorsun, onun ineği var, süt veriyor. Böyle bir takas yöntemi ile dönen ekonomi neden olmasın? Biraz ütopik ama inanın imkansız değil.

Gıda israfı… İki tane muz eksik yeseniz ölmezsiniz

Hepimizin yapabileceği çok kolay şeyler var. Öncelikle almamak ya da az almak en basit yöntem. Elli kere sorun kendinize; Bu çok gerekli mi? Ölür müyüm bunu yemesem? Şu yüzden önemli, sizin iki tane eksik muz yemeniz suyun israfına engel oluyor. Vegan örneği şu anlamda güzel, et üretiminden ve süt ürünleri üretiminden kaynaklı inanılmaz bir karbon salınımı ve su tüketimi var tüm dünyada çünkü inek saman – tahıl yiyor, onların ekilebilmesi için tarlalar var, o tarlalar sadece o inekler yiyebilsin, mandıralar canlı kalsın diye üretim yapılıyor, o tarlalarda GDO’lu ürün yetişiyor ki daha ucuz olabilsin. Dolayısıyla o et tabağınıza gelene kadar inanılmaz bir tüketim söz konusu. Hayvan hakları bir yana, vegan yaşam ekolojik anlamda atılacak en önemli adım. Ben henüz vegan değilim ama hem iklim grevine katılan, hem doğanın gidişatına bu derece duyarlı olan, aynı zamanda evde kedisiyle mutlu mesut yaşayan biri olarak, hala daha nasıl süt ürünlerini tüketebildiğimi sorgulama, bu çelişkiyi çözme aşamasındayım. Vegan yaşam, hem iklim değişimine karşı iyi bir adım, hem de gelecek nesillerin sağlıklı meyve sebzeye ulaşabilmesiyle ve temiz doğa kaynaklarıyla yaşayabilmeleri için çok önemli bir seçim.

Organik çok pahalı diyoruz ama elimizde son model telefonlar var. Parayı nereye harcadığımız, tercihlerimiz, seçimlerimiz bu anlamda önemli. Gidip 5 kilo domates alma, yarım kilo gerçek domates al. Biraz pahalı al zaten ucuza aldığın 5 kilo domatesi yediğinde 2 tane domates yediğin kadar bile besin almıyorsun. Biraz böyle düşünerek hareket etmek lazım. Telefonda çok fazla vakit geçiriyoruz. Kaçımız iyi gıdaya ulaşabilmek zehirsiz gıdaya ulaşabilmek için kullanıyoruz o telefonları?

 Geri dönüşüm örnekleri… Buğday sapından pipet

Mesela geri dönüşümle ilgili inanılmaz örnekler var: Bir kahve markası kahve atıklarından kahve bardağı ve bardak kılıfı yapıyor. Kendi kahve posasını bile geri dönüştürebiliyor. Çöpünden para kazanıyor.

Yenilebilir kaşıklar var, Hindistan’dan çıktı. Ispanak, domates ve lifli besinleri kullanarak yenilebilir kaşık çatal üretiliyor. Yemekle beraber onları da yiyebiliyorsunuz. Atsanız dahi oğaya zararı yok.

Deriye alternatif portakal ve ananas kabukları kullanılıyor tekstilde, deri hissi veriyor ama deri değil. Bu örnekler çok var dünyada.

Bizden bir örnek buğday sapından pipet var. İtalya’da makarnadan pipet var.

“Alan yok, tarım yapamıyoruz” bahaneleri için dikey bahçeler var Hollanda’da Amerika’da. Okullar bir dönüşüm halinde Green School lar var. Duvarsız okullar, temel eğitimle beraber permakültür öğreten, ekmeyi-biçmeyi, geri dönüşümün önemini ve israfsız yaşamı öğreten okullar… Çocuklara kompost eğitiminden permakültür eğitimine kadar bir çok ekoloji temelli dersi daha ilkokul yaşından veriyorlar.

2021 İzmir Terra Madre büyük buluşmasına hazırlık

Önümüzdeki dönemde yapmayı planladığımız güzel çalışmalar var. Bunlardan biri Elmalı’nın Söğle Peynirini “Ark of Taste” listesine almak. Bu peynir Söğle Köyü’nde yapılıyor, kar kuyularında olgunlaştırılıyor. Muhtarla sürekli iletişim halindeyiz. Slow Food’un çok ilgisini çekti. Bunun araştırma ve çalışmalarını yapacağız.

Seferihisar’da Doğa Okulu’nun içinde Yavaş Dükkan var. Aynı zamanda Slow Food Mahal oradan yürütülüyor. Ekolojik okur yazarlık çalışmalarının yanı sıra, köylüler ile iletişim halindeler.

Seferihisar’da örnek çalışmalar yapıyorlar. Yerel yönetimin de desteği var.

2021 yılında Torino’da yapılan etkinliğin ulusal olanı İzmir’de yapılacak Terra Madre Anatolia adıyla. Tüm Türkiye’den Slow Food birlikleri, ürünler ve küçük üreticiler bir araya gelecek. İtalya’da dünya buluşması oluyordu, İzmir’de Türkiye buluşması olacak. İlk defa yapılacak. Hepimiz ona hazırlanıyoruz.

Ürün araştırması konusunda desteği ihtiyacım var. “Hangi ürünü araştıralım, şu yok olmak üzere, bu konuda bilgim var paylaşmak istiyorum” diyenler bana ulaşabilir.

Tüm birlikler ürün çalışmaları için gruplara ayrıldı. Slow Food Antalya olarak biz Zeytin/Zeytinyağ, Üzüm/Şarap konusunu ele aldık. Hem kendimiz öğrenmek adına hem de kimsenin bilmediği Antalya’nın bu değerlerini, toprağının bereketini, çeşitliliğini ortaya çıkarmak adına birlikte hareket edelim, bilgilerimizi paylaşalım. 2021’de Antalya’yı orada hak ettiği gibi en güzel şekilde temsil edelim istiyoruz.”

Slow Food Antalya Lideri Ezgi Dursun söyleşi sonrası katılımcılarla günün anısına fotoğraf çektirdi.

 

Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir